Başbakan,
ilk olarak Uluslararası Nüfus ve Kalkınma Konferansı'nda yaptığı
konuşmada “Sezaryenle
doğuma
karşıyım.
Kürtajı bir cinayet olarak görüyorum” dedi.
Ardından
AKP Kadın kolları 3. Olağan Kongresinde “Her kürtaj bir
Uludere’dir!” diye devam etti. Kendisine tepki gösteren
kadınları “Bazı
terbiyeden muaf tipler” diye tanımlayıp “Bu
ülkede her meselenin sorumlusuyum ben başbakan olarak” diyerek
rahmimizden dahi sorumlu olduğunu ilan etti.
Biz
başbakanın devlet şiddetini gizlemek ve bundan doğan
sorumluluktan kaçmak için kadın bedenine saldırmasına ilk kez
tanık olmuyoruz. Yarın yıldönümü olacak olan Hopa olaylarının
ardından yaptığı açıklamada da aynı Uludere’dekine benzer
biçimde, özür dilemek yerine, polis şiddeti sonucu kalçası
kırılan arkadaşımızdan “kız mıdır, kadın mıdır” diye
bahsederek, kadın bedenine yönelik düşmanca tavrını zaten
ortaya koymuştu.
Yaklaşık
150 gündür, Uludere katliamının katillerini bulamayan başbakan,
bu kez de kürtaj açıklamasıyla kadınları katil ilan etti. Oysa
polis şiddeti sonucu, hamile bir öğrenci çocuğunu düşürdüğünde,
sorumlu polise katil demek başbakanın hiç aklına gelmemişti!
Çünkü başbakanın esas derdi; çocukları yaşatmak değil, kadın
bedeni üzerinde denetim ve tahakküm kurmaktır. Kürtajı bir
cinayetmiş gibi gösterip, kadınlarda suçluluk hissi yaratmaya
çalışırken, kendisi katledilen Kürtlere ilişkin olarak hiçbir
suçluluk ve sorumluluk duymadığını tüm açıklama ve
icraatlarıyla ortaya koymaktadır.
Hepimizin
gözü önünde katledilen 35 canla, tıbben ve hukuken canlı bile
sayılmayan bir hücreyi eş tutan başbakan öncelikle Uludereli
analardan ve tüm kadınlardan özür dilemelidir.
Başbakan
ve şürekâsı, kadınları birer kuluçka makinesi olarak görmekte
ve doğum sayısını arttırarak dünya piyasalarına pazarlayacağı
ucuz işgücünü garanti altına almaya çalışmaktadır. “Ben bu
ülkeyi pazarlamakla mükellefim” diyen Tayyip Erdoğan için kadın
bedeni de üzerinde kontrol kurmaya çalıştığı bir pazarlık
malzemesidir. Yeni çıkarılan ‘4+4+4 eğitim yasası’ ve
gündemdeki ‘kürtaj yasağı’ birlikte değerlendirildiğinde,
AKP’nin asıl derdinin, ucuz ve niteliksiz işgücüyle beraber,
kızlardan genç analar ve erkeklerden de savaşa/ölüme göndereceği
askerler üretmek olduğu anlaşılmaktadır. Bizler çocuk yaşta
işçi, ana ve asker olacak bebekler doğurmayacağız!
Ayrıca
hatırlatmak isteriz ki, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın
Önlenmesi Sözleşmesi’ni (CEDAW) ilişkin belgeleri daha önce
teslim eden Türkiye, 29 Ekim 2002 tarihinden itibaren dünyada CEDAW
İhtiyari Protokolü’ne taraf olan 48. ülke konumuna gelmiştir.
Bu antlaşmaya göre “Taraf devletler, doğurganlık ve üremeyle
ilgili zor kullanmayı önlemek için tedbirler alınmasını
sağlamalı ve kadınların doğurganlık kontrolüyle ilgili uygun
hizmetlerin olmaması nedeniyle yasadışı kürtaj gibi güvenli
olmayan tıbbi uygulamalar arayışına girmeye zorlanmamasını
sağlamalıdır”. Başbakanın son açıklamaları, insan ve kadın
haklarına ilişkin imzalanmış olan bu uluslararası antlaşmalara
kesinlikle ters düşmektedir.
Biz
kadınlar;
Kürtaj
hakkımız bahane edilerek bedenimizin, emeğimizin ve geleceğimizin
denetim altına alınmaya çalışıldığının farkındayız. Ne
“kürtaj hakkımızın” ne de “bedenimiz, emeğimiz ve
cinselliğimiz üzerindeki haklarımızın” sınırlandırılmasına
izin vermeyeceğiz.
Ne
Tayyip istediği için, ne de piyasanın ihtiyaçları için çocuk
doğurmayacağız. Bedenimiz bizimdir, üzerindeki hak ve tasarruf
yetkisi bize aittir.
Başbakan
cansız fetüs hücresiyle uğraşacağına devlet eliyle canı
alınan Uludereli çocukların ve sistematik kadın cinayetlerinin
hesabını versin!
Kendisinin
de kabul ettiği gibi başbakan devletin “tasarrufundaki” her
şeyden” sorumludur. Yani Uludere, Hopa’daki devlet şiddeti,
tecavüzcülerin cezalandırılmaması, kadın katillerinin haksız
tahrik ile taçlandırılması bizzat Başbakanın sorumluluğudur.
Ancak kadın bedeni, cinselliği ve doğurganlığı Başbakanın
tasarrufunda değildir. Başbakan işine bakmalı ve haddini
bilmelidir.
ANKARA
KADIN PLATFORMU