9 Mart 2010 Salı

Kendimizden sorumlu bakan istemiyoruz... Hele böylesini hiç!!!

"Kadın ve aileden sorumlu devlet bakanı". Adının neresinden tutsanız elinizde kalacak bir bakanlık... Kadından nasıl sorumlu olunurla başlayıp, neden kadın ve aile bir bakanlıkta birleşiyor'a kadar giden, saçmalığı kendinden, işlevsizliği yap(ma)dıklarından menkul bir bakanlık, o kadar ki ne söylense malumun ilanı olmaktan öteye geçmez

Bir de boşlukları doldurmaya başlayınca, bu bakanlığın pek de güzel adına yaraşır kişilerce işgal edildiğini görüyoruz. Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf, daha önce Avrupa Konseyi deklerasyonundaki “farklı aile formları” ibaresine “ülke olarak eşcinsel evliliği ve ebeveynlik kurumunu kabul etmiyoruz” iddiasıyla itiraz etmiş, Avrupa Konseyi, de bu yazılı itirazı dikkate almıştı. Şimdi de Hürriyet Gazetesi Pazar ekine eşcinsellliğin biyolojik bir bozukluk, tedavi edilmesi gereken bir hastalık olduğunu buyurmuş. Hürriyet Gazetesi de, bakanın bu sözlerini üzerine hiç bir yorum yapmadan yayınlamış. Üstüne üstlük Sağlık Bakanı Recep Akdağ da “en sağlıklı ilişkinin kadınla erkek arasında olduğuna” karar vermiş.

Aslında alışık olduğumuz, ataerkil heteroseksist sistemin kendini yeniden üretmek için tıp dilini kullandığı eski yalanlarından biri karşımızdaki. Ama uzun zamandır tıp da bu yalanı reddediyor. Bakan Kavaf ise koltuğunun verdiği şişkinliğe bir an kendini kaprıtıp ağzına geleni rahatça söyleyebileceğini düşünmüş olmalı. Kendisinin travesti ve transseksüellerin, eşcinsel bireylerin nefret cinayetlerine kurban gittiğinden haberi yok herhalde. Ya da uluorta yapılan böyle açıklamaların ayrımcılığı ve "öteki" ilan edilen bireylere karşı şiddeti körüklediğinden. Belki de var ve asıl amaçladığı da bu: Nefreti kışkırtmak.

Bakan Kavaf zaten ahlak bekçiliğine soyunarak uzun zamandır göz dolduran açıklamalar yapıyordu. Kurmaca bir kadın karakterin evlilik dışında cinselliğini yaşamasını, namus adı altından öldürülen, diri diri gömülen, traktörlerin altına itilen kadınlardan, aile içinde şiddete uğrayan kadınların gidecek yer bulamamalarından, çocukların cinsel istismarından, kadın ticaretinden ve kadınların üzerindeki her türlü baskıdan ve cinsel şiddetten daha önemli gördüğünü biliyorduk. Şimdi de o kutsal "türk ailesini" ve toplumunu diğer hastalıklardan korumaya, "tedavi etmeye" soyunmuş.

Bizse bakan Kavaf'ı bir süre ortalarda görmemek - artık istifa mı eder, böyle "vaka"ların bulunmadığı "sağlıklı" bir yerlere mi kaçar (Kurtlar Vadisi mesela), dizi yönetmenliğine mi soyunur bilmiyoruz - ve temsil ettiği ataerkil, heteroseksist "değerleri" kaybetmek istiyoruz. Namuslu olmayı, ailecikler kurup üç çocuk doğurmayı, birilerinin “sağlıklı ve normal” ilişki kalıplarına uymayı, uymadığımızda da hasta ve sapık ilan edilmeyi kabul etmiyoruz. Bedenimiz, kime aşık olup olmayacağımız, kiminle sevişip sevişmeyeceğimiz yalnızca bizim sorumluluğumuzda. Bakan Kavaf da (ve diğer bakan, siyasetçi, basın vs. taifesi) bir an evvel kendi bedenlerinin (ve dililerinin) sorumluluğunu alsalar da bizimkileri rahat bıraksalar... Belki bir gün asıl tedavi edilmesi gerekenin homofobi, nefret ve ayrımcılık olduğunu fark ederler...


Sağlıkçı Seher Tümer'ın Tutukluluğu Sürüyor

KESK/SES Ankara Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi Seher Tümer'in bugünkü duruşması sonucunda da tutukluluk hali sona ermedi ve bir sonraki duruşma 18 Mart Perşembe günü, saat: 16:30’a ertelendi. 17 Nisan’da çalıştığı Dr. Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde gözaltına alınıp tutuklanarak, Sincan F Tipi Cezaevi kadınlar koğuşuna atılan Seher Tümer, 11 aydır tutuklu. Aşağıda Bedriye Yorgun'un konuşma metnini görebilirsiniz.

SES Genel Başkanı Bedriye Yorgun’un konuşma metni


Basına ve Kamuoyuna

Ankara Şube Yönetim Kurulu üyemiz Seher Tümer 11 aydır hücrede tutuluyor. Seher Tümer hakkındaki suçlamalara dayanak olarak; SES Ankara Şubenin yöneticisi ve üyesi olarak katıldığı 2009 yılı Newroz’u, 8 Mart 2009 Dünya Emekçi Kadınlar Günü ve krize karşı KESK’in çağrıcılarından olduğu 29 Kasım mitingleri ile basın açıklamaları gösterilmiştir. Ayrıca evinde ve bilgisayarında bulunduğu iddia edilen; gazete, dergi, internetten indirilen yazılar, SES Ankara Şube Yönetim Kurulu üyesi olarak yürüttüğü çalışmalar, toplantı notları, kadın sorunu hakkında yazılmış makaleler hatta komisyon üyelik başvuru listesi delil olarak dosyada yer almıştır.

Hala bu ülkede, sendikal çalışmalarda yer almak, demokratik eylemlere katılmak suç sayılmaktadır. Sendika toplantı tutanakları, komisyon listeleri ise suç delilidir! Ortada delil yokken, suç varsayımı ile hareket etmek, buna uygun delil yaratmak neredeyse kurumsallaştırılmaya çalışılmaktadır.

Dr. Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde toplu bebek ölümlerinin sorumluları bugün görevleri başında dururken ve soruşturulmalarına bile izin verilmezken bu olayı kamuoyuna duyuran sendikamızın şube yöneticisi cezalandırılarak intikam alınmaya çalışılmaktadır. Bu dava ile Zekai Tahir Burak Doğumevi’ndeki toplu bebek ölümlerinin kamuoyuna duyurulması arasındaki ilişkinin bir kere daha altının çizilmesi gerekir.

Seher TÜMER’in ifade ve örgütlenme özgürlüğü hakkını kullanması nedeni ile tutuklu olarak yargılanmasının adil yargılanma hakkı ilkesine uygun olmadığını düşünmekteyiz.

Tutuklamalar artık bir cezalandırmaya dönüşmüştür. Bu cezalandırmaların son bulması için sendikamız Ocak ayından itibaren ulusal ve uluslararası alanda bir imza kampanyası başlatmıştır.

EPSU’nun uluslararası düzeyde yürüttüğü imza kampanyasına 65 ülkeden 2152 sendika yöneticisi katılmıştır. Türkiye’de başta aydın, sanatçı, sendikacı, milletvekili olmak üzere binlerce sağlık emekçisinin imzaları Adalet Bakanlığına teslim edilmiştir. Yine uluslararası alanda 65 ülkeden Adalet Bakanlığına ve Başbakanlığa çok sayıda protesto mektubu gönderilmiştir. Bugüne kadar arkadaşlarımızın özgürlüğüne kavuşması için eylemlere katılan, sendikamızla dayanışma içerisinde olan, imza atan, konuyu gündemde tutmaya çalışan herkese teşekkür ederiz.

Buradan ilgililere bir kez daha sesleniyoruz. Şube yöneticimizin yaklaşık 1 yıldır süren tutukluluk hali cezalandırmaya dönüşmüştür, tutukluluk haline bir an önce son verilmelidir.


09.03.2010, SES MERKEZ YÖNETİM KURULU


Geceleri de sokakları da terk etmiyoruz!

8 Mart'ın yüzüncü yılında, feministler de 8 Mart Kadın Platformu birleşeni diğer gruplarla Kolej Kavşağı'da buluştu. Kalabalık ve coşkulu olan kortej bazı şöförlerin ve çevredekilerin engelleme girişimlerine rağmen, Ziya Gökalp boyunca yürüyüşünü yaptı. Dışardan gelen tepkilerden daha sinir bozucusu ise, Aka-Der'den gelen grubun korteje erkeklerle girmek istemesi oldu. Eylemimizin karma bir eylem olmadığını söylememize, yapılan tüm uyarılara kulaklarını tıkayan, platformun bu konuyu tartışmak için düzenlediği toplantılara gelmeden eylem alanına orada bulunan kadınların iradesini hiçe sayarak erkekleriyle gelen Aka-Der'in tavrını, kendini dayatmak olarak görüyoruz.

Gece eylemi ise yine çok çoşkulu, şarkılı türkülü geçti. Yüksel Caddesi'nde buluştuktan sonra, "et, et teşhir et, örtbas etme teşhir et! bar, bar, bağırıyoruz, tacize karşı bağırıyoruz! geceleri de, sokakları da, meydanları da terk etmiyoruz!" diyerek Sakarya'ya yürüdük. Eylemden sonra Maydonoz bara gidip, kalan kurtlarımızı da döktük. Gece eyleminde okuduğumuz metni aşağıda görebilirsiniz...

Güvenli Sokaklar, Güvenli Meydanlar ve Güvenli Mekanlar İSTİYORUZ !

Ankara’da feminist kadınların yıllar önce geceleri ve sokaklari istiyoruz demesiyle başlayan gece yürüyüşümüze 8 Martın 100. yılında da, yeni taleplerle devam ediyoruz. Bizler bu şehirde güvenle yaşamak isteyen kadınlarız. Kadın olduğumuz için sürekli taciz ve tecavüz korkusuyla yaşamaktan, kadın olduğumuz için sürekli güvenli sokakları, meydanları ve mekanları bulmaya çalışmaktan çok yorulduk.

İşimizden geç saatte dönemiyor, yalnız başımıza sokaklarda rahatça yürüyemiyor ve “kadın başımıza” eğlenmek için tacizsiz mekanlar bulamıyoruz. Kadınlara ve kadınlığa ait her şey gecelerden, sokaklardan ve mekanlardan dışlanıyor. Bizler her anlamda hayatın kurucuları olmamıza rağmen, hayatın hep dışında tutuluyoruz.

Dünya hepimizin ama sokaklar, mekanlar geceleri bize kapalı.

Ankarada yaşayan ; Biz gece vardiyasına kalan kadınlar, gece çalışan seks işçisi kadınlar, travesti ve transeksüeller, gece yurtlarına dönmek isteyen öğrenci kadınlar, gece eğlenmeye çıkan, gece dört duvar arasında daralıp sokakta tek başına amaçsızca yürümek isteyen, gece evde kavga ettikten sonra kapıyı çarpıp sokağa çıkmak isteyen kadınlar, sokakta kimseyi rahatsız etmiyor, kimseyi taciz etmiyor, kimseyi dehşete düşürmüyoruz.

Ve FeministBiz’li kadınlar olarak 8 Mart'ın 100. yılında gece sokakta özgürce, korkusuzca varolabilmek için, geceyi meşalelerimizle,şarkılarımızla, sesimizle aydınlatmak için bir kez daha yürüyoruz…

Bu ülkedeki herkese sesleniyoruz; Bizler ayrıcalık değil, yaşamak için temel haklarımızı istiyoruz!

Bizler sadece gündüzleri değil, geceleri de Güvenli Sokaklar, Güvenli Meydanlar ve Güvenli Mekanlar İstiyoruz!

YAŞASIN FEMİNİST MÜCADELEMİZ!!!!!