29 Mart 2010 Pazartesi

Tecavüzcüler Yargı Yolunda, Davaların Takipçisi Olmaya Devam Edeceğiz!



“Tecavüz var, davası yok, davası var, cezası yok, cezası var hükmü yok, hükmü var, infazı yok!”

Bu sabah Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü'nün önündeydik. Takipçisi olduğumuz iki tecavüz davasında yargının verdiği çelişkili kararlar sonucu tecavüzcülerin korunmasına karşı, erkek adalete karşı, kadının beyanının hiçe sayılmasına ve sistemin kadınlara tekrar tekrar tecavüz etmesine karşı toplandık ve yüreklerimizi ferahlatan bir karar çıkmasının mutluluğunu yaşadık!

Muğla'da gerçekleşen bir toplu tecavüz vakasında, Adli Tıp'tan alınan, mağdurun ruh sağlığının bozulmuş olduğuna dair rapor, Fethiye Cumhuriyet Başsavcılığı ve Muğla 2. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından hiçe sayılmış ve tecavüzcüler yargılanmamıştı. Dosya, Kanun Yararına Bozma Talebi ile Adalet Bakanlığı'nın önüne gelmişti. Öte yandan, hakkında birçok cinsel saldırı suçlaması olan Şahin Öğüt'ün davalarından bir tanesi hakkında verilen 20 yıllık mahkumiyet kararı Adli Tıp Kurumu'ndan rapor alınmaması gerekçesiyle bozulmuştu. Yargının verdiği, birbiriyle çelişen kararların ortak noktası ise tecavüzcünün korunmasıydı ve yargının erkek yapısı bir kere daha gözler önüne serilmişti.



Basın açıklamamızı bitirdikten sonra gelen haber ise hepimizin yüzünü güldürdü. CMK 309. maddeye göre Adalet Bakanlığı, takipsizlik kararına karşı yapılan itirazın kaldırılması talebini ve dosyayı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdi. Kararda şüphelilerin zorla cinsel tacizleri neticesinde mağdurenin ruh sağlığının bozulduğu hususunun dikkate alındığı belirtiliyor. Bu kararla, Muğla'daki tecavüz çetesine karşı yargı yolunun açılmasına dair bir adım atılmış oldu. Şimdi, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı kararın bozulma nedenlerini aynen yazarak kararın bozulması istemini içeren yazısını ilgili Yargıtay Ceza Dairesine sunacak. Yargıtay Ceza Dairesi ileri sürülen nedenleri yerinde görürüse kararı bozacak. Yani son sözü Yargıtay söyleyecek. Yargıtay'ın olumlu karar vermesi durumunda, Muğla 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nin önceki kararında direnmesi mümkün olmadığından kamu davası açılacak ve şüpheliler yargılanacak. Açılan yargı yolunun tecavüzcülerin cezalandırılmasıyla sonlanmasını istiyoruz. Davanın takipçisi olacağımızı ve tecavüzcüleri koruyan, kadınları ise tekrar tekrar mağdur eden kararların karşısında durmaya devam edeceğimizi bir kez daha duyuruyoruz.

Erkek Adalet Degil, Gercek Adalet from pugazzi on Vimeo.

25 Mart 2010 Perşembe

Erkek Adalet Değil Gerçek Adalet İstiyoruz!

BU NE YAMAN ÇELİŞKİ!

Her tecavüz haberi biraz daha örseliyor bedenimizi, ruhumuzu. Erkek adalet sistemi ise birazcık olsun ferahlatamıyor yüreklerimizi. Devlet kurumları, yargı, medya, güvenlik güçleri; kısacası ataerkinin tüm kurumları tecavüzcüleri korumaya devam ediyor. Kamuoyunda "kasklı sapık" olarak tanınan, hakkında cinsel saldırı suçlamasıyla yaklaşık 12 dava açılmış olan Şahin Öğüt’e geçtiğimiz Ekim ayında 14 yıl önce 15 yaşından küçük bir kadına tecavüzden Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 20 yıllık hapis cezası verilmişti.Belki de bir şeyler değişiyor dememize kalmadan ceza kararı Yargıtay 5. Ceza Dairesi tarafından bozuldu.

Yargıtayın kararı bozma gerekçesi mağdurun beden ve ruhsal durumunun bozulup bozulmadığının İstanbul Adli Tıp Kurumu’ndan sorulmamamış olması. Tamamı psikiyatristlerden oluşan Gazi Üniversitesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalından alınmış “ruh sağlığı bozulmuştur” raporuna rağmen Yargıtay, İstanbul Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Dairesini bu alanda tek otorite olarak görüyor ve hiçbir biçimde üniversitelerin raporlarını delil olarak olarak kabul etmiyor. Oysa ki, hem 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kurumu Kanunu hem de 2659 sayılı Adlî Tıp Kurumu Kanununa göre Üniversiteler resmi bilirkişi statüsünde. Tüm bunlar bilinirken, tecavüz davalarındaki bazı dudak uçuklatan kararlara imza atmış, geciktirdiği kararlar yüzünden tecavüzcülerin tutuksuz yargılanmasına yol açmış bir kurumun raporunun dikkate alınacak tek otorite olarak görülmesi, yargının tarafsızlığı iddiasını bir kere daha sorgulatıyor bizlere.

Bu tarafgirlik, adalet sisteminin tutarsız ve çelişkili işleyişine de yol açıyor. Yargıtay, İstanbul Adli Tıp Kurumu’ndan rapor alınmamasını gerekçe göstererek tecavüz davalarındaki mahkumiyet kararlarını tecavüzcü lehine bozarken, yine aynı kurumun vermiş olduğu bir başka rapor, Fethiye Cumhuriyet Başsavcılığı ve Muğla 2. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından hiçe sayılıyor. 2007 yılında Muğla’da aralarında öğretmenlerin, müffettişlerin, ressamların bulunduğu 8 kişiden oluşan tecavüz çetesinin işlediği bir toplu tecavüz vakasında, hazırlık soruşturması sırasında mağdur, ruh ve beden sağlığı yönünden rapor hazırlanmasını talebiyle Muğla Savcılığı tarafından İstanbul Adli Tıp Kurumu’na sevk edildi. Adli Tıp Kurumu, mağdurun uğradığı toplu tecavüz neticesinde ruh sağlığının bozulmuş olduğu yönünde 20 sayfalık rapor verdi. Fethiye Savcılığı ise, Adli Tıp Kurumunun “adli soruşturma gerektiren bir konuda yetkili olmamasını” gerekçe göstererek bu rapora rağmen takipsizlik kararı vermekte beis görmedi. Savcılık bununla da kalmayıp, tecavüzcülerin öğretmen ya da öğretmen emeklisi olmalarını, şüphelilerden ikisinin 18 yaşından küçük olmasını takipsizlik kararına dayanak yaptı. Takipsizlik kararına karşı Muğla 2. Ağır Ceza Mahkemesine itiraz edildi, ancak sonuç değişmedi. Bir yanda tecavüzcülere verilen cezanın bozulmasına gerekçe olarak Adli Tıp Kurumu raporunun olmaması gösterilirken, bir yanda aynı kurumdan alınan 20 sayfalık tecavüzün yarattığı ağır travmayı belgeleyen rapor, tüyler ürperten bir toplu tecavüz vakasında yok sayılıyor. Tecavüzcüler yargı önüne bile çıkmıyor! Bu çelişkinin bize gösterdiği ise, korunanların hep tecavüzcüler, zarar görenin ise hep tekrar tekrar tecavüz edilen biz kadınlar olduğu.

Şimdi çok kritik bir noktadayız. Fethiye’deki hakkında dava bile açılmamış olan toplu tecavüz dosyası, Kanun Yararına Bozma talebi ile Adalet Bakanlığı’nın önünde: Ya İstanbul Adli Tıp Kurumu raporu baz alınarak yeterli şüphe olduğu gerekçesi ile kamu davası açılması yönünde yazılı emir verilecek ya da ataerkil yargının, işlediği tecavüzlerin hesabını sormaya devam edeceğiz. Oysa ki bizim talebimiz çok net, erkek adalet değil gerçek adalet istiyoruz ve talebimizi haykırmak için 29 Mart Pazartesi günü saat 11:30’da, Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’nün önünde olacağız.

Adres: Mustafa Kemal Mah. 2151.Cad. No: 34-34/A, Söğütözü / ANKARA

24 Mart 2010 Çarşamba

İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde Taciz

BASINA VE KAMUOYUNA

Gün geçmiyor ki ülkemizde kadına dönük şiddet olayı yaşanmasın. Ülkenin dört bir yanında her gün çeşitli bahanelerle şiddetin her türlüsü yaşanmaktadır.

Kadına dönük şiddete bir yenisi de İstanbul Büyük Şehir Belediyesi Deprem ve Zemin inceleme Müdürlüğünde, cinsel taciz ile yaşanmıştır.

25.02.2010 tarihinde Birim müdürü Tuncer ARABUL Mevlit Kandili Tebriki nedeniyle bürolara yapmış olduğu ziyaret esnasında kadın üyemizin de bulunduğu büroda, tebrik esnasında tokalaşırken üyemize ‘’çok ateşlisiniz’’ ,’’ben böyle çıplak kola dayanamam yapıştırırım’’gibi cinsel içerikli sözlerle tacizde bulunmuştur. Üyemizin uyarısına ve tepkisine rağmen Müdür Tuncer Arabul tavrında ısrar edip, tacizi ‘’odaca çok ataşelisiniz’’demek suretiyle genelleştirmiştir. Mevcut tavır kadına bakışın, kadını cinsel meta olarak görmenin çarpık yansımasıdır.

Yapılan taciz karşılığında sessiz kalınmamış, Daire başkanlığına, Genel sekreter yardımcılığına, genel sekretere ve belediye başkanlığına şikâyet dilekçeleri yazılmıştır. Ayrıca Cumhuriyet savcılığına Suç duyurusunda bulunulmuş ve dava açılmıştır.

Gösterilen tepkiler ve hak arama karşısında tahammül göstermeyen müdür Tuncer Arabul Baskılarını artırmış, Müdür yardımcısı Süleyman Büyük ve Sözleşmeli mühendis Özer Akdağ vasıtasıyla olayın tanığı ve mağduru olan şirket elemanı bayan çalışanı önce sözlü taciz ve akabinde darp etmişlerdir. Olay koridorda çalışanların ve kameraların önünde başlayıp Müdür yardımcısı Süleyman Büyük ‘ün Makam odasına zorla sokularak, fiziki şiddet odada müdür yardımcısı Süleyman Büyük’ün nezaretinde devam etmiştir. Ayrıca Tek suçu gördüklerini olduğu gibi anlatmak olan Şirket elemanı bayan çalışanın masasında bilgisayarı alınmış, kendisi bağlı bulunduğu şirkete geri gönderilmiş, iş akdi fesih tehdi ile ifadesinden vazgeçirilmeye çalışılmıştır.

Müdür Tuncer Arabul suçu açığa çıktıkça, teşir oldukça daha da pervazsızlaşmakta üyemizi çeşitli yollarla tehdit etmektedir. Cumhuriyet savcılarına buradan suç duyurusunda bulunuyoruz, Üyemizin başına gelebilecek her hangi bir olumsuzluğun faili Tuncer Arabul olacaktır.

Tuncer arabul, yapılan idari soruşturma neticesinde Ödül gibi bir ceza ile Turizm Müdürlüğüne Müdür olarak ataması yapılmıştır.

Büyük Şehir Belediyesi Başkanı Sayın Kadir TOPBAŞ ‘a çağrımız, Bu tacizci Müdür ve suç ortaklarına hak ettiği cezayı vermesidir. Bu tavır kadına yönelik cinsel tacizin meşru görülmediğinin, kabul edilmediğinin, en önemli göstergesi olacaktır.

KESK ŞUBELER PLARTFORMU

13 Mart 2010 Cumartesi

tekel'den tübitak'a: emekçi kadınlar diz çökmeyecek

Üzerindeki "emekçi kadınlar diz çökmeyecek" yazılı t-shirt'üyle Aynur Çamalan, kızları ve kız kardeşleri slogan atıyorlar: "her yer Tekel, her yer direniş!" 4 Şubat'ta konfederasyonların kararıyla alınan bir günlük dayanışma grevine katıldığı gerekçesiyle işine son verilen Aynur Çamalan, "bize evlerimizde oturmamızı söylüyorlar, ama kadın bir emekçi olarak hayatın her alanında var olmaya devam edeceğim" diyor. Aynur'la yaptığımız söyleşinin tamamını aşağıdaki video'da izleyebilirsiniz.

9 Mart 2010 Salı

Kendimizden sorumlu bakan istemiyoruz... Hele böylesini hiç!!!

"Kadın ve aileden sorumlu devlet bakanı". Adının neresinden tutsanız elinizde kalacak bir bakanlık... Kadından nasıl sorumlu olunurla başlayıp, neden kadın ve aile bir bakanlıkta birleşiyor'a kadar giden, saçmalığı kendinden, işlevsizliği yap(ma)dıklarından menkul bir bakanlık, o kadar ki ne söylense malumun ilanı olmaktan öteye geçmez

Bir de boşlukları doldurmaya başlayınca, bu bakanlığın pek de güzel adına yaraşır kişilerce işgal edildiğini görüyoruz. Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf, daha önce Avrupa Konseyi deklerasyonundaki “farklı aile formları” ibaresine “ülke olarak eşcinsel evliliği ve ebeveynlik kurumunu kabul etmiyoruz” iddiasıyla itiraz etmiş, Avrupa Konseyi, de bu yazılı itirazı dikkate almıştı. Şimdi de Hürriyet Gazetesi Pazar ekine eşcinsellliğin biyolojik bir bozukluk, tedavi edilmesi gereken bir hastalık olduğunu buyurmuş. Hürriyet Gazetesi de, bakanın bu sözlerini üzerine hiç bir yorum yapmadan yayınlamış. Üstüne üstlük Sağlık Bakanı Recep Akdağ da “en sağlıklı ilişkinin kadınla erkek arasında olduğuna” karar vermiş.

Aslında alışık olduğumuz, ataerkil heteroseksist sistemin kendini yeniden üretmek için tıp dilini kullandığı eski yalanlarından biri karşımızdaki. Ama uzun zamandır tıp da bu yalanı reddediyor. Bakan Kavaf ise koltuğunun verdiği şişkinliğe bir an kendini kaprıtıp ağzına geleni rahatça söyleyebileceğini düşünmüş olmalı. Kendisinin travesti ve transseksüellerin, eşcinsel bireylerin nefret cinayetlerine kurban gittiğinden haberi yok herhalde. Ya da uluorta yapılan böyle açıklamaların ayrımcılığı ve "öteki" ilan edilen bireylere karşı şiddeti körüklediğinden. Belki de var ve asıl amaçladığı da bu: Nefreti kışkırtmak.

Bakan Kavaf zaten ahlak bekçiliğine soyunarak uzun zamandır göz dolduran açıklamalar yapıyordu. Kurmaca bir kadın karakterin evlilik dışında cinselliğini yaşamasını, namus adı altından öldürülen, diri diri gömülen, traktörlerin altına itilen kadınlardan, aile içinde şiddete uğrayan kadınların gidecek yer bulamamalarından, çocukların cinsel istismarından, kadın ticaretinden ve kadınların üzerindeki her türlü baskıdan ve cinsel şiddetten daha önemli gördüğünü biliyorduk. Şimdi de o kutsal "türk ailesini" ve toplumunu diğer hastalıklardan korumaya, "tedavi etmeye" soyunmuş.

Bizse bakan Kavaf'ı bir süre ortalarda görmemek - artık istifa mı eder, böyle "vaka"ların bulunmadığı "sağlıklı" bir yerlere mi kaçar (Kurtlar Vadisi mesela), dizi yönetmenliğine mi soyunur bilmiyoruz - ve temsil ettiği ataerkil, heteroseksist "değerleri" kaybetmek istiyoruz. Namuslu olmayı, ailecikler kurup üç çocuk doğurmayı, birilerinin “sağlıklı ve normal” ilişki kalıplarına uymayı, uymadığımızda da hasta ve sapık ilan edilmeyi kabul etmiyoruz. Bedenimiz, kime aşık olup olmayacağımız, kiminle sevişip sevişmeyeceğimiz yalnızca bizim sorumluluğumuzda. Bakan Kavaf da (ve diğer bakan, siyasetçi, basın vs. taifesi) bir an evvel kendi bedenlerinin (ve dililerinin) sorumluluğunu alsalar da bizimkileri rahat bıraksalar... Belki bir gün asıl tedavi edilmesi gerekenin homofobi, nefret ve ayrımcılık olduğunu fark ederler...


Sağlıkçı Seher Tümer'ın Tutukluluğu Sürüyor

KESK/SES Ankara Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi Seher Tümer'in bugünkü duruşması sonucunda da tutukluluk hali sona ermedi ve bir sonraki duruşma 18 Mart Perşembe günü, saat: 16:30’a ertelendi. 17 Nisan’da çalıştığı Dr. Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde gözaltına alınıp tutuklanarak, Sincan F Tipi Cezaevi kadınlar koğuşuna atılan Seher Tümer, 11 aydır tutuklu. Aşağıda Bedriye Yorgun'un konuşma metnini görebilirsiniz.

SES Genel Başkanı Bedriye Yorgun’un konuşma metni


Basına ve Kamuoyuna

Ankara Şube Yönetim Kurulu üyemiz Seher Tümer 11 aydır hücrede tutuluyor. Seher Tümer hakkındaki suçlamalara dayanak olarak; SES Ankara Şubenin yöneticisi ve üyesi olarak katıldığı 2009 yılı Newroz’u, 8 Mart 2009 Dünya Emekçi Kadınlar Günü ve krize karşı KESK’in çağrıcılarından olduğu 29 Kasım mitingleri ile basın açıklamaları gösterilmiştir. Ayrıca evinde ve bilgisayarında bulunduğu iddia edilen; gazete, dergi, internetten indirilen yazılar, SES Ankara Şube Yönetim Kurulu üyesi olarak yürüttüğü çalışmalar, toplantı notları, kadın sorunu hakkında yazılmış makaleler hatta komisyon üyelik başvuru listesi delil olarak dosyada yer almıştır.

Hala bu ülkede, sendikal çalışmalarda yer almak, demokratik eylemlere katılmak suç sayılmaktadır. Sendika toplantı tutanakları, komisyon listeleri ise suç delilidir! Ortada delil yokken, suç varsayımı ile hareket etmek, buna uygun delil yaratmak neredeyse kurumsallaştırılmaya çalışılmaktadır.

Dr. Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde toplu bebek ölümlerinin sorumluları bugün görevleri başında dururken ve soruşturulmalarına bile izin verilmezken bu olayı kamuoyuna duyuran sendikamızın şube yöneticisi cezalandırılarak intikam alınmaya çalışılmaktadır. Bu dava ile Zekai Tahir Burak Doğumevi’ndeki toplu bebek ölümlerinin kamuoyuna duyurulması arasındaki ilişkinin bir kere daha altının çizilmesi gerekir.

Seher TÜMER’in ifade ve örgütlenme özgürlüğü hakkını kullanması nedeni ile tutuklu olarak yargılanmasının adil yargılanma hakkı ilkesine uygun olmadığını düşünmekteyiz.

Tutuklamalar artık bir cezalandırmaya dönüşmüştür. Bu cezalandırmaların son bulması için sendikamız Ocak ayından itibaren ulusal ve uluslararası alanda bir imza kampanyası başlatmıştır.

EPSU’nun uluslararası düzeyde yürüttüğü imza kampanyasına 65 ülkeden 2152 sendika yöneticisi katılmıştır. Türkiye’de başta aydın, sanatçı, sendikacı, milletvekili olmak üzere binlerce sağlık emekçisinin imzaları Adalet Bakanlığına teslim edilmiştir. Yine uluslararası alanda 65 ülkeden Adalet Bakanlığına ve Başbakanlığa çok sayıda protesto mektubu gönderilmiştir. Bugüne kadar arkadaşlarımızın özgürlüğüne kavuşması için eylemlere katılan, sendikamızla dayanışma içerisinde olan, imza atan, konuyu gündemde tutmaya çalışan herkese teşekkür ederiz.

Buradan ilgililere bir kez daha sesleniyoruz. Şube yöneticimizin yaklaşık 1 yıldır süren tutukluluk hali cezalandırmaya dönüşmüştür, tutukluluk haline bir an önce son verilmelidir.


09.03.2010, SES MERKEZ YÖNETİM KURULU


Geceleri de sokakları da terk etmiyoruz!

8 Mart'ın yüzüncü yılında, feministler de 8 Mart Kadın Platformu birleşeni diğer gruplarla Kolej Kavşağı'da buluştu. Kalabalık ve coşkulu olan kortej bazı şöförlerin ve çevredekilerin engelleme girişimlerine rağmen, Ziya Gökalp boyunca yürüyüşünü yaptı. Dışardan gelen tepkilerden daha sinir bozucusu ise, Aka-Der'den gelen grubun korteje erkeklerle girmek istemesi oldu. Eylemimizin karma bir eylem olmadığını söylememize, yapılan tüm uyarılara kulaklarını tıkayan, platformun bu konuyu tartışmak için düzenlediği toplantılara gelmeden eylem alanına orada bulunan kadınların iradesini hiçe sayarak erkekleriyle gelen Aka-Der'in tavrını, kendini dayatmak olarak görüyoruz.

Gece eylemi ise yine çok çoşkulu, şarkılı türkülü geçti. Yüksel Caddesi'nde buluştuktan sonra, "et, et teşhir et, örtbas etme teşhir et! bar, bar, bağırıyoruz, tacize karşı bağırıyoruz! geceleri de, sokakları da, meydanları da terk etmiyoruz!" diyerek Sakarya'ya yürüdük. Eylemden sonra Maydonoz bara gidip, kalan kurtlarımızı da döktük. Gece eyleminde okuduğumuz metni aşağıda görebilirsiniz...

Güvenli Sokaklar, Güvenli Meydanlar ve Güvenli Mekanlar İSTİYORUZ !

Ankara’da feminist kadınların yıllar önce geceleri ve sokaklari istiyoruz demesiyle başlayan gece yürüyüşümüze 8 Martın 100. yılında da, yeni taleplerle devam ediyoruz. Bizler bu şehirde güvenle yaşamak isteyen kadınlarız. Kadın olduğumuz için sürekli taciz ve tecavüz korkusuyla yaşamaktan, kadın olduğumuz için sürekli güvenli sokakları, meydanları ve mekanları bulmaya çalışmaktan çok yorulduk.

İşimizden geç saatte dönemiyor, yalnız başımıza sokaklarda rahatça yürüyemiyor ve “kadın başımıza” eğlenmek için tacizsiz mekanlar bulamıyoruz. Kadınlara ve kadınlığa ait her şey gecelerden, sokaklardan ve mekanlardan dışlanıyor. Bizler her anlamda hayatın kurucuları olmamıza rağmen, hayatın hep dışında tutuluyoruz.

Dünya hepimizin ama sokaklar, mekanlar geceleri bize kapalı.

Ankarada yaşayan ; Biz gece vardiyasına kalan kadınlar, gece çalışan seks işçisi kadınlar, travesti ve transeksüeller, gece yurtlarına dönmek isteyen öğrenci kadınlar, gece eğlenmeye çıkan, gece dört duvar arasında daralıp sokakta tek başına amaçsızca yürümek isteyen, gece evde kavga ettikten sonra kapıyı çarpıp sokağa çıkmak isteyen kadınlar, sokakta kimseyi rahatsız etmiyor, kimseyi taciz etmiyor, kimseyi dehşete düşürmüyoruz.

Ve FeministBiz’li kadınlar olarak 8 Mart'ın 100. yılında gece sokakta özgürce, korkusuzca varolabilmek için, geceyi meşalelerimizle,şarkılarımızla, sesimizle aydınlatmak için bir kez daha yürüyoruz…

Bu ülkedeki herkese sesleniyoruz; Bizler ayrıcalık değil, yaşamak için temel haklarımızı istiyoruz!

Bizler sadece gündüzleri değil, geceleri de Güvenli Sokaklar, Güvenli Meydanlar ve Güvenli Mekanlar İstiyoruz!

YAŞASIN FEMİNİST MÜCADELEMİZ!!!!!

2 Mart 2010 Salı

KADINLAR 6 MART’TA ULUS MEYDANI’NA

Masallar hep erkekliğin destanını yazdı, o destanlarsa hep kadınları yaktı! O masallar döndü dolandı, döndü dolandı, hep döndü dolandı… Biz Ankara’da yetti gayri bu masallar diyerek mücadele eden ve kendi masalımızı yazmak için bir araya gelen kadınlarız.

Evde sokakta işyerinde her yerde karşılaştığımız taciz ve tecavüze, sokaklarda üzerimize dikilen bakışlara ve yaşam alanımızı daraltarak bizi ev içlerine hapsetmeye çalışan her türlü ataerkil baskı ve şiddete karşı çıkmak ve hep beraber ‘Sokakları da Meydanları da, Ulus’u da İstiyoruz, Ulus’ta da varız!’demek için 6 Mart Cumartesi günü Ulus Meydanı’nda buluşalım, sesimiz birlikte çoğalsın…

6 Mart Cumartesi saat:12.00’de

Ulus Meydanı’ndayız

8 Mart Etkinlikleri

8 Mart'ın yüzüncü yılı bu yıl. Bu yıl da kadınlar, ataerkiye, cinsel şiddete ve ayrımcılığa, heteroseksizme, erkek, devlet şiddetine, kapitalizme karşı sokaklarda olacak. Feministbiz'den kadınlar da 8 Mart Kadın Platformu olarak düzenlenen iki günlük şenliğe ve yürüyüşe katılacak, meydanlar da bizim geceler de demek için Ulus'ta olacak, 8 Mart gecesi yine hep birlikte sokağa çıkacaklar!

Etkinlik programı şöyle:

6 Mart, 12.00: Meydanlar da Bizim, Sokaklar da
Ulus Meydanı'nda ikinci "geleneksel" feministBiz ulus eylemini yapıyoruz :)
13.30: 8 Mart Kadın Platformu Basın açıklaması
Sakarya Meydanı
Sakarya'da tüm gün standlar açılacak, konserler, film gösterimleri düzenlenecek. Ayrıca bir fotoğraf sergisi de alanda olacak.

7 Mart, 13.30: Yine tüm gün, Sakarya'da standlarımız olacak. Çeşitli etkinliklerle pazar günü sokakta olacağız.

8, Mart, 12.00: Kolej Kavşağı'nda buluşuyor, "8 Mart'ın Yüzüncü Yılında Dayanışmayla Güçleniyoruz, Mücadeleyle Değitireceğiz" diyoruz!
19.00: "Bak Şimdi", Öteyüz Kadın Tiyatrosu
Ankara Sanat Tiyatrosu Sahnesi
21.30: "Geceler de Bizim, Sokaklar da!"
Gece Yürüyüşü

Bilgi Ünivesitesi Kütüphanesi'nde Taciz

Bilgi Üniversitesi'nde yaşanan bir taciz olayıyla ilgili e-posta'yı, yaygınlaştırmak amacıyla, olduğu gibi buradan paylaşıyoruz:


Bilgi
Üniversitesi Kütüphanesi'nde çalışmakta olan bir arkadaşım uzun zamandır yöneticileri
Serdar Katipoğlu tarafından özel hayata yönelik sözlü saldırı, hakaret (özellikle cinsel içerikli),
psikolojik ve sözlü cinsel taciz, psikolojik şiddet, dedikodu, aşağılama ve tehditlere maruz kaldıklarını ve bunun özellikle kadın çalışanlarına karşı uygulandığını anlattı. Sonunda
aralarından bazıları dayanamayıp şikayetçi olmuşlar ancak yönetim 2 aylık bir disiplin soruşturması sonucunda kendisine kınama cezası vermiş. Serdar Katipoğlu soruşturma sürecinde özel hayata yönelik iftira ve dedikodularına, şikayetçi olanlar için tehditlerine hem okul içinde hem de okul dışında devam ettiği gibi iş yerinde de yıldırma amaçlı psikolojik baskıyı arttırmış.

Şimdi şikayetçi olan kişiler ifşa olduklarından, kendilerini öncesinden kötü birçalışma ortamı bekliyor.

Okul yönetimi ise yapılabilecek birşey olmadığını söylüyormuş. Bugün onlara yarın
bize olabilir diye düşünerek onları desteklemek ve destek olabilecek diğer insanlara aracı olmak
maksadıyla bu bilgiyi paylaşmak istedim. Sizler de ulaştırabileceğ iniz en fazla sayıda
kişiye/topluluğ a bunu iletebilirseniz çok sevinirim. Onlara destek olmak isteyenler için adres açık:
İstanbul
Bilgi Üniversitesi Kütüphanesi.

Zaten mağdur olanı daha da mağdur eden bir toplum yapısı içinde yaşadığımızdan ve
sesini çıkarttığında daha da fazla yargılanmaktan korkan kadınlar tacize dur diyememekte,
bu durum bu tarz kişilere daha da güç vermektedir. Bu kadınlar sessiz kalmamış vedireniş göstermişler.

Hayatın her alanında her anlamda tacizden korunmak için her hatanın bedeli ödenmeli
diyoruz.

Haydi hep birlikte ses çıkaralım.